Henüz bıyıkları terlememiş patlamış kanayan dudaklarım
Alt çenemdeki eksik azı dişim
Boynuma değirmen taşı bağlanmış gibi, soğuğun ağırlığı
Dışardaki karları göremedigim penceresiz hücrem.
Demir kapı altından yemek diye verilen salçalı su
Azı dişleri sökecek kadar polis amcaların yumrukları gibi sert ekmek…
Genişleyen evrende bana daralan Dünya
Bir daha hiç göremeyeceğim on dördüncü yaşım.
Belki ölsem hep on dördünden olurum diyorum ama olmuyor iste.
Zemheri soğuğu bu!
Kulaklarımdan verilen elektrik seansları geliyor aklıma.
Nefes alıp veremiyorum aynı gerçekte olduğu gibi..
Beynim yanardağ daki lavalar misali kafatasımdan parca parca sıcak lavaların fırladığını hissediyorum
Iskence nostaljileri; ısıtıyor hücremi ve beni hemde terletircesine…
Ne Halimsin Ya Rab!
Gönlüme teselli, gözüme Işık olacak birilerini arıyor gözlerim
Ansızın karalar icinde bir ziyaretçi giriyor kapıdan iceri.
Şaşınlığını üstünden attıktan sonra…
Patlamış kanlı dudaklarımı ”pansuman” etmek istiyor
İstemiyorum!
Ayak bileklerimdeki falaka yaralarına yöneliyor
Onuda istemiyorum!
Serçe parmağımdaki elektrik yanığına yöneliyor.
Onu hiç mi hiç istemiyorum.
Şükür diyorum elbiselerimin altındaki darp izlerini görmediği için.
Yaralar icinde Yaradanı görmenin adi ne? Diye soruyorum.
Sorumu cevapsız birikiyor..
Tedavi istemediğimi fark edince
Beni bırakıp hücredeki kapısız tuvalete yöneliyor.
Utanıyorum !
Kapısız tuvalette misafir ağırlanır mı? Diyorum.
Utandığımı fark edince gelip yanıma oturuyor.
Öylesine anlamlı ve teselli veren bakışları varki
Uzun bir müddet bakışıyoruz.
Sonra geldigi gibi kapı deliğinden uçup gidiyor.
Sadakati nişanesi böyle bir şey olsa gerek.
Gününü ve saatini hiç bilemeyeceğim bir ukde.
Sevilmeden sevmeyi öğrenebilmenin seansı.
Hemde karalara bürünmüş kara bir sinekten…
NOT. Tüm bunlar yaşanırken idarenin megafonundan
radyodan çatlak bir Kenan Evren sesi geliyordu…
Yazıya Dökülen tarih 23 Şubat 2022