İrşȃd Kanatları “Destân”

 

Ey Merhametli!

Anlatabilmek Seni bütün duyularımla, rûhumla insanlara,

Anlatmak Seni kuzu postuna bürünmüş kurtlara,

Anlatabilmek yalancıya, 

İhȃnet çarkının kulak patlatan hırıltılarına,

Anlatabilmek emânete ihȃnet bayraktârlığı yapan ‘’Beyzȃdelere’’

Anlatabilmek boğulmuş hıçkırıklar arasında.

Ey Merhametli!

Yokluğun Cehennemin öteki adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Anlatabilmek îmânları gırtlağından aşağı inmemiş gençlere,

Nefîsperestlere,

İnançsızlık okyanusunda yelken açmış pusulasız gençlere,

Köhne zihniyetli enȃniyetperestlere,

Anlatabilmek.

Ey Merhametli!

Yokluğun Cehennemin öbür adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Anlatabilmek Seni bütün insanlara ve cinlere geldiğini,

İslȃm dîninin kıyȃmete kadar bȃkiliğini,

Teblîğ dîninin geçmiş bütün dînleri iptal ettiğini,

Ve en Son Peygamber olduğunu…

Ey Merhametli!

Yokluğun Gayya Kuyusu’nun öbür adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Tanıttırmak Seni hüznün en güzel sesiyle,

Gölgenin olmadığını,

Önünü ve arkanı aynı netlikle gördüğünü.

Anlatabilmek…

Ey Merhametli!

Yokluğun kasvetli anakondaların oksijensiz kucağı.

Ne olur, giydir bize İrşâd kuşakları.

 

Hani Sen kumlarda yürürken ayak izin olmazdı.

Taşa bastığında onlar yumuşar, ayak izlerini saklardı.

Nerede o sinekler ki kesinlikle vücûduna konmazdı.

İhtilâm olmakmış, Zȃt’ından hiç olmazdı.

Ey Merhametli!

Yokluğun timsah ağzındaki bataklığa sürüklenen körpe ceylan,

Ne olur, akıver gönlümüze çağlayan, çağlayan!

 

Nereye gitmek istersen rûhun bedeninden önce varırdı.

En uzun insanın yanında dȃhi boyun dört parmak uzardı.

Nerede o uykular ki hiç abdestini bozmazdı.

Yokluğun akrebin kavisli zehir iğnesi,

Doluver içimize ol gönlümüzün ebedî neşesi.

 

Anlatabilmek Seni sözden anlamazlara,

Anlatabilmek Seni delȃlete dalanlara,

Sevdirmek Seni aklı gözüne kayanlara,

Duyurabilmek sağır ve kör kuvvete tapanlara,

Yokluğun kobra zehrinin kristal kadehteki ikrȃmı,

Dillerde zikrettirmek Zu’l-Celȃl ve’l-İkrȃm’ı.

 

Doğar doğmaz ilk ibȃdetin secdeye varmak oldu.

O mübȃrek dudaklardan çıkan ilk söz “Ümmetim” oldu.

Alev alev yanan şeytânperest ateşler hepsi kül oldu.

Göklere çıkmak mı? Şeytȃnlara yasaklandı.

Varlığın ebediyet, varlığın nûr, varlığın buram buram şefkat,

Yokluğun, ebedî yokluğun öbür adı.

Takıver bizlere  İrşâd kanatları..

‘’Sizden hayra da’vet eden, iyiliği emreden ve kötülüğü nehyeden bir cemȃat bulunsun. İşte felȃh bulanlar onlardır’’ ( Âl-i İmrân, 3/104 (1))

Ey Merhametli!

 

Anlatabilmek Seni Yȃ Rasûlallah! 

Âlemi kitab gibi görene, o kitabın kȃtibinin Mürekkebi olduğunu,

Âlemi ağaç gibi görene, onun Nûrlu Çekirdeği olduğunu,

Âlemi mücessem bir canlı gibi görene, onun biricik Rûhu olduğunu,

Âlemi insan gibi görene, onun Aklı olduğunu,

Âlemi bahçe gibi görene, onun Bülbülü olduğunu.

Ey Merhametli!

Yokluğun Cehennemin öbür adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Anlatabilmek Seni yȃ Habîballâh!

Bu kȃinȃtın Senin dilinin tesbîhȃtıylȃ hamd ile tesbîh ettiğini,

Köle ve câriyelere “Oğlum! Kızım!” diye hitâb ettiğini,

Enbiyȃnın Seyidi, evliyânın Önderi olduğunu,

Gayb ve Melekût âlemlerinin Seyyȃhı olduğunu.

Ey Merhametli!

Yokluğun ateşler nehrinin öbür adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Anlatabilmek Seni yâ Safiyyallâh!

Bam Teline, Kırık Mızrab ve Testiye,

Anlatabilmek gez, göz, hedef dâiresinde dünya, berzȃh ve âhireti,

Sensizlik olmuyor; artık canlara tak etti.

Ey Merhametli!

Yokluğun yanardağ lavlarının öbür adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Ey sonsuzluk nûrunun cübbesini giyen Neciyyallȃh!

Anlayabilmek Seni, Ebûbekir’in sînesindeki sâdık kalb ile,

Adȃletiyle Ömer’in, ahlâkıyla Osmân’ın ve cesȃretiyle Ali’nin,

Anlayabilmek varlığın sırrını.

Çözüver idrȃklerimizin kördüğüm olmuş bağını.

Ey Merhametli!

Yokluğun fezâdaki ışıkları yutan kara deliklerin öbür adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Ey Hayrahalkillâh!

Teheccüd ve Duhȃ namazlarını edȃ etmek Sana farzdı,

’Namaza ne gerek var; insanın kalbi temiz olsun.’ diyenlere cevabdı.

Emredilmiştin, Sana namazın fazlasını kılman farzdı,

Nȃfile ibȃdetler büyük bir artı, bu artık anlaşıldı.

Ey Merhametli!

Yokluğun Eyyâm-ı Bahûr sıcaklarının öteki adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Ey Men İhtȃrahullâh! 

Anlatabilmek makâmlarını.

Makȃm-ı Muhammed, makȃm-ı Mahmûd, makȃm-ı Ahmed,

Mübȃrek adının içeriği hamd…

Makȃm-ı Mahmûd  açılış hutbesinin ümmetine şefȃat olduğunu,

Güllerinin ebediyet âleminden derlendiğini,

Her makȃmın ayrı sırları olduğunu,

Sırların şifrelerinin tek Sȃhibi olduğunu.

Ey Merhametli!

Yokluğun devâsa kasırgaların korkutucu semȃsı,

Giydiriver bize edeb hırkası.

‘’Seni ancak âlemlere rahmet olarak  gönderdik’’  (Enbiyâ, 21/107 [2])

‘’ Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!’’  ( Hûd,11/112 [3] )

 Ey Merhametli!

 

Yȃ Men Erselehullȃh!

Anlatabilmek Seni, bütün ömrün boyunca hiç yalan söylemediğini,

İnsanların en Emîni olduğunu,

Mübȃrek dolunay gibi yüzünden tebessüm eksik etmediğini,

Seni öldürmeye gelenlerin çoğunun küfrü bıraktığını.

Ey Merhametli!

Yokluğun köpek balıklarının okyanus derinliğindeki vahşi ziyȃfeti.

Çözüver ümmetinin düştüğü bu zilleti.

 

Yȃ Men Azzamehullah! 

Anlatabilmek Seni, zȃtından gelen her nûrun kalblere hayat olduğunu,

Varlığının ümmete rahmet olduğunu,

Sarı, siyah, esmer demeyip, insanları kanatların altına aldığını.

Yokluğun dipsiz kara zift girdȃblar,

Aydınlansın sînelerdeki sönmüş çırağlar.

 

Anlatabilmek Seni, yȃ Seyyide’l-Murselîn!

Ferdiyet nûrlarının sırrını Seninle telakki edildiğini,

Kutsî işȃretleri taşıyan hitȃbları onunla işittiğini,

Rahmȃnî nefhaların ıtrını onunla kokladığını,

Yüce sonuçlar makȃmına onunla yükseldiğini,

Öyle bir kadehtir ki yalnız onu içtiğini.

Kıtmîr İsmet bunları yazıyor, haddime düşer mi bilmem,

Ledün ilmi benden uzak; ben ona hasret.

Ömürler verirdim sadece bir saatlik taleben olmaya,

Hakkım var mı bilmem benim gibi günâhkârın adını ağzına almaya,

Sen varsın ya, gerisi angarya!

 

Anlatabilmek Seni, yȃ Men Şerefehullâh! 

Anlatabilmek seni, böbürlenmeden peygamberlerin Hâtemi olduğunu,

Yeniden dirilişte en evvel dirileceğini,

Yürüyüşe geçildiğinde herkesin önünde olacağını,

İnsanlar sustuklarında onların Hatîbi olacağını,

Kapandıkları zaman onların şefȃatçisi olacağını,

Umutsuz oldukları zaman müjdeleyip sevindireceğini,

O gün anahtarın elinde olacağını.

Ey Merhametli!

Yokluğun akıllara dökülen kezzâb,

Göster bizlere nerede bȃm teline dokunan mızrâb.

 

‘’Yȃ Muhammed Sen ve Ben varız, Senden başkasını Senin için yarattım. Allah’ım Sen varsın, ben yokum. Senin gayrını Zȃtın için bıraktım.’’(Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ,2/164) (4)

 

Ey Sevgili Yȃr! Yȃ Seyyide’l-Mürselîn!

Anlatabilmek bütün bereketinin ȃfȃkı kapladığını,

Onsuz hiçbir yerin kalmadığını,

Muhammed zȃtının Arapça ismi ( محمد) şeklinde yaratıldı.    

Muhammed başı dâire biçimine girdi isminin başındaki “mim” harfi oldu.

Elleri yana salınmış şekli ile “ha” harfini meydana getirdi,

Karnı dâire biçiminde “mim” harfini meydana getirdi,

Ayaklarının açılış şekli “dal” harfini meydana getirdi.

İşte böylece Muhammed ismi sûretinden insan olduğumuzu.

Varlığın ebediyet mürekkebi,

Yokluğun kara cehȃletin öbür adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

‘’Sen aralarında bulundukça Allah onlara azâb etmeyecektir’’( Enfâl, 8/33[5] )

 

Anlatabilmek Seni, Yȃ Şefîel-Muznibîn!

Şerîatına sığınanın selȃmet bulduğunu,

Millet bağına yapışanın kurtulduğunu,

Diğer peygamberlerin selȃmet ve kurtuluşunun Sen’de olduğunu.

Vakta ki Âdem Cennetten kovuldu, 

Mübȃrek ismini andığını ve kınanmaktan kurtulduğunu.

Vakta ki Yüce Nebî İbrâhîm sülbüne intikȃl etti,

Ateş Ona selȃm ve selȃmet oldu

O yüce İsmȃîl girince nȃmına

Bir kurbânlık koç indi O’na.

Yokluğun ebedî çığlıkların öteki adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Yâ Nebiyye’r-Rahmeti!  

Anlatabilmek Seni,

Nübüvvetin ile peygamberlerin peygamberliğinin son bulduğunu,

Kitabın ile kitapların, risâlet vazifesinin hitâm bulduğunu,

Yokluğun kahredici şimşeklerin gözleri kör edişi,

Giydiriver bize ebediyetin Nûrlu cübbesi.

 

Anlatabilmek Seni, yâ Dâiyen ilallâhi biiznihi ve Sirâcen Munîr!

Şan ve şerefin için cihân sevgisinin açıldığını,

Gece ve gündüzün emrine teshîr edildiğini,

Şerefine merâsimler tertîb edildiğini,

Kıtaların hudûdunun Zâtın için tesbît edildiğini,

Nâm ve şerefin yâd edildiğini,

Tasdîk için cümle evliyâdan ahd alındığını.

Ey Merhametli!

Yokluğun Siccîn’in öteki adı.

Takıver bize İrşâd kanatları.

 

Yâ Eksera’n-Nâsi tebean yevme’l-Kıyâmeti!

Anlatabilmek Seni, kâinatın Zâtının şeklinden yaratıldığını.

Bil ki âlemler iki: biri mülk, öbürü melekût.

Biri görülen âlem; diğeri görülmeyen ĝayb.

Dış âlemin cismâniyetine göre tertîb edildiğini,

Gayb âleminin rûhâniyetine göre tertîb edildiğini.

Ey Sevgili!

Yokluğun Hâviye’nin öteki adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Anlatabilmek Seni yâ Safiyyallâh!

Yeryüzündeki bütün dağların mübârek cesedinin, 

Kemikleri menzilesi olduğunu,

Yeryüzünde ne kadar deniz varsa damarlarında akan kan olduğunu,

Kısacası küçücük dünyanın büyük mümessili olduğunu.

Ey Merhametli!

Yokluğun cehennemin öteki adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

(Miraç öncesi hazırlık)

 

Yâ Men Zeyyenehullâh! 

Anlatabilmek Seni,

‘Bir gün en özge yâverlerinden bir elçinin geldiğini,

Zâtını uyur bulduğunu ve önünde divân durduğunu,

Kalk yâ Muhammed! İrâde-i İlâhiyenin murâdının Sen olduğunu,

İlâhî arzunun maksûdun Zâtın olduğunu,

Kâinatta arzulanan tek varlık olduğunu,

Her şey Senin için bir murâd olduğunu,

Muhabbet köşesinin saf kadehi olduğunu,

Kâinat ağacının Meyvesi olduğunu,

Ma’rifet âleminin Güneşi olduğunu,

Letâif âleminin Mehtâbı olduğunu,

Cemâl sofrasının vaslın için hazırlandığını.

Ey Merhametli!

Bunca güzellikler içinde yokluğun Gayya Kuyusu’nun öteki adı.

Takıver bizlere İrşâd kanatları.

 

Yâ Men Şerrefehullâh! 

Ey en şefkatli!

Ey yeryüzünün mülk âlemini baharlara çeviren Gül!

Melekût âlemini Mi’râcınla şerefyâb eden Bülbül!

Semânın yüksekliğini nasıl şereflendirdin kim bilir?

Endişelerini Rabbim daha iyi bilir.

Ahâlim, ayâlim, çocuklarım, ümmetim diyen Sen,

Elimizden bir tutacak varsa o da Sen.

Ey Merhametli!

Yokluğun Şeytâniyenin çivi gibi dudaklarından çıkan çığlık.

Yardımcı ol, son bulsun küfürden gelen çığlık!

 

Yâ Hâteme’n-Nebiyyîn! 

Anlatabilmek Seni Mirâç ‘Günlüğünle’

Bir ân oldu Burâk önlerinde hazır oldu.

“Nedir bu neye yarar?” Efendimiz sordu.

“Âşıkların bineği” Cebrâîl ’in cevabı oldu.

“Bu hayvan zayıf.

Taşıyamaz Rabbinin muhabbet ağırlıklarını taşıyan kimseyi.

Nasıl götürür ma’rifet dağlarına yüklü olan varlığı?

Ey Cebrâîl! Bunlar öyle yüklerdir ki:  

Yerler, dağlar, gökler onlara dayanamadı âcîz kaldı.

Nasıl taşır bu yükü bu âcîz Burâk?”

Efendimizin anlatması Cebrâîl’in hayretinin artmasına vesîle oldu.

‘Yâ Rasûlallah! 

Senin o makâma varmadan arada bir vâsıta olmadan da olur.

Ben gelmesem de olur, ama hikmeti var, 

Kerâmetin izâhıdır bineği Gönderen Sana.

Nezâket gereğidir kıymetli yâverlerine elçi göndermek.”

Yokluğun tek kelime ile hiçliğin öbür adı.

Âhir zamandayız, lâzım bizlere Burâk’taki gibi İrşâd kanatları.

 

‘Yâ Rasûle Rabb’il Âlemin! 

Arş ve Mele-i a’lâ Zâtının yolunu gözler.

Bismillah, yola koyulma zamanı.

Cennetin kapıları Zâtın için açıldı.

Zâtının oraya varacağı duyurulmaktadır.

Şenlikler yapılmaktadır; gece Senin, da’vet Senin.

Ben yaratılalı beri hep bu geceyi bekledim.

Hâcetim var, sorum güç. 

Ne Mîkâîl’de cevab var, ne de bende.

Sensiz gökyüzü denilen şey içi boş küçücük balon,

Doluver içimize kapansın rûhların kubbesindeki delik ozon.

 

Yâ Seyyide’l-Evvelîn! 

Arşın Zâtına iç dökmesini anlatmak,

‘Rabbim beni yaratılanların en büyüğü ve azimi kıldı.

Murad ettiği gün beni yarattı.

Beni ayakta tutan sütuna LÂ İLÂHE İLLALLÂH yazdı.

Tuttu beni bir sarsıntı, bir ürperti o isim karşısında,

MUHAMMEDUN RASÛLALLAH yazınca yanına,

Ürpertim sarsıntım geçti, özüm erdi rahata.

Ey âlemlere rahmet olarak gönderilen Nûr!

Bu rahmetten benim de nasîbimi ver, ne olur.

Endişem var; korkarım sonum belki ateş olur.

Bazen olmadık yorumlara maruz kalırım,

Sanırlar ki haddi ve hudûdu olmayan bir ‘varlığım’,

Heyeti ve şekli bilinmeyen Rabbi ‘’taşırım’’,

Keyfiyeti ve şekli bilinmeyen Zâtı ‘’kuşatırım’’.

Bilsinler ki bu yorumlardan beriyim,

Beni yaradan Rabbimin bir eriyim.

 

Yâ Muhammed! Hele bir bak.

Zâtı için hudûd yok Rabbimin.

Hâşâ benim gibi muhtâca nasıl muhtâç olur Hâlıkım?

Yâ Muhammed! Ben O’nun kudreti ile taşınanım.

Onun bir eseriyim.

Hiç taşınan taşıyan olur mu?

Böyle bir nisbet sahîh olur mu?’

Sürdürdü Arş-ı A’zam iç dökmeye en sevgili Peygamberimize,

‘Hep iç yandım Rabbimi göreyim diye.

Şüphesiz beni yaratıp Ehâdiyet denizinde hayrân bırakan O.

Ebediyetin ıssız sahralarına salıp dehşetler içinde bırakan O.

Bazen yakınlık duraklarına götüren O.

Sevindirip oynatan, münâcat tadını tattıran O.

Muhabbet kadehleri ile içirip beni mest eden O.

Ne zaman vuslat âlemi içinde ayrılıp O’nu görmek istersem,

Hep bana bu hitâb gelir ‘ötelerden’

‘’Beni hiçbir zaman göremezsin…’’ ( A’râf, 7/143 [6] )

O cemâli tek bir kişi görecek: O’nun adı Muhammed!

O sevgiliyi biz seçtik; öteki adı Ahmed.

O yetimi biz seçtik; âlemlere rahmet.

Ne zaman ki Sen,

‘’O Allah Subhândır ki Kulunu yürüttü… ama geceleyin ’’ (İsrâ,17/1[7] )

Hitâbını işitirsen hemen kilim ol, O’nun yoluna seril.

Umut edilir ki Rabbini göreni görürsün’

Allah’ım! Zât’ını görenin ayak izini görmek ne hoş bir iştiyâk,

O ayak izi ki başlarda olsun ebedî Tâk.

 

Burâk alıp O’nu götürdü Beytü’l Makdis’e.

Sonra yükseldi Mirâç ile dünya semâsına,

Uçtu Cebrâîl’in kanatları ile Sidre-i Müntehâ’ya.

Cebrâîl  dedi ki: “Yâ Ekreme’l-Evvelîn-ve’l-Âhirîn!

Sen keremlere lâyık misâfirsin’

Tâ ezelden buraya davetlisin,

Ben bundan öteye bir karınca boyu gitsem,

Helâk olurum, bunu bilsen.”

 

Yeşil Nûrlu Refref girdi devreye,

Taşıdı Peygamberimizi daha ileriye,

Yetmiş bin hicâb açıldı Efendimize.

Rasûlullah başladı tehiyyâtı okumaya tane tane,

Hep birlikte şehâdet getirdi melekler Rabbine,

Yaklaştıkça Efendimiz yaklaştı Rabbine,

Kim tam ta’rîf edebilir ki ta’rifi imkânsız şâhitliğe.

 

Her şey kalktı ortadan zaman, mekân ve ân,

Geçmiş, gelecek ve şu ân nokta gibi oldular anlaşılan.

Tâ ki her şey, herkes anlasın Rabbimizin zamandan ve mekândan,

Yerden ve yurttan, geceden ve gündüzden, 

Hudûttan ve kıtadan münezzeh olduğunu.

………

Ansızın bir Nûr göründü Efendimize,

Nûrdan ziyâde Firdevs Cennetidir serilen Efendimizin ayakları dibine.

Zâtına fedâdır ayaklarının altına serilen Firdevs cenneti.

Anlayamaz artık bundan ötesini ne beşer, ne beşer irâdesi.

…….

Yâ Rabb! Çözüver aklımızın kör düğüm olmuş bağını,

Anlayalım İlâhî armağânını.

…….

“Allah’ım! Zâtını senâ edemem, Senin kendi Zâtını senâ ettiğin gibi.”

Allah’tan hitâblar geliyordu peş peşe Efendimize.

Rahmândan hitâblar geliyordu peş peşe Efendimize.

Hitâblar geliyordu peş peşe Efendimize.

………..

‘Biz Seni bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak yolladık.’ (Ahzâb, 33/45 [8] )

………..

Rabbimizden hitâblar geliyordu peş peşe Efendimize.

Cennet ve Cehennemi göstereceğim Sana.

Cemâlimden bir ‘’Yüz’’ açacağım Sana.

Uzağım, ötesindeyim, arıyım…

Benzetmekten, denkten, boydan, postan,

Sayıdan, adetten, ayrılmadan, birleşmeden,

Bana misâl bulmaktan ve şekil çizmekten,

Birlikte oturmaktan, karşılıklı dokunmaktan,

Ötesindeyim şuûnların ve itibârların,

Ötesindeyim bütünün ve zuhûrâtın,

Ötesindeyim tecelliyâtın ve zuhûrâtın,

Müşâhedelerin ve mükâşefelerin.

Vehme ve hayâl edilenin ötesinde

Ötelerin ötesinin, ötesinin, ötesinin…   ….   …. …. ötesinde,

Allah Subhâna ve Teâlâ açtı perdesini zuhretti Rasulallah’a…

‘’ O’nun gözü kaymadı… şaşmadı…’’ ( Necm, 53/17 [9] )

Rabbim kendi Zâtı ile kâim,

Benzemiyor hiçbir şeye.

‘’ O’nun misli gibi yoktur’’ (Şûrâ, 42/11 [10] )

 

Yâ Kâide’l-Murselîn! 

Salavâtların ve selâmların en güzelleri,

Yaratılmışların en şereflisi üstüne.

Sensin bizim Efendimiz.

Sensin nûrların deryası,

Sırların kaynağı,

Hüccetin dili,

Hazretlerin önderi,

Mülkün süsü.

Şeriâtın yolu Zâtından geçer

Allah’ım! Salavât O’na olsun Zâtın devam ettikçe.

Salavâtlar ve selâmlar bâki olsun Zâtın bâki oldukça.

Öyle bir salavât ve selâm olsun ki Zâtını râzı eylesin

O salavât ve selâmın sebebi ile O da bizden râzı olsun.

Sonsuzluk rakamı sonsuzlukla çarpılsın,

Onların sayısınca her saniye başı sonsuza dek,

Efendimize, Âline ve Ashâbına salavâtu selâm olsun.

 

[1] Âli Imrân, 3/104

[2] Enbiyâ, 21/107

[3] Hûd, 11/112

[4] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 2/164

[5] Enfâl, 8/33

[6] A’râf, 7/143

[7] Isrâ, 17/1 

[8] Ahzâb, 33/45 

[9] Necm, 53/17

[10] Şûrâ, 42/11

2007-2009

Comments are closed.